Sosyal Medya ve Toplumsal Yozlaşma
Günümüzde hayatın hemen her alanına sirayet eden sosyal medya, başlarda yalnızca bir iletişim ve paylaşım aracı olarak görülse de, zamanla bireysel kimlikleri, toplumsal ilişkileri ve hatta hukuk anlayışını dönüştüren derin bir güç haline gelmiştir. Bu dönüşüm ise ne yazık ki beraberinde pek çok yozlaşmayı, değer kaybını ve ahlaki çözülmeyi getirmiştir. Bugün dijital platformlar yalnızca düşüncelerin değil, aynı zamanda insanların karakterlerinin de en çıplak hâliyle sergilendiği, kırılgan hayatların, hassas ilişkilerin ve en mahrem anların sergi salonuna dönmüştür.
Sosyal medyanın bireyler arası ilişkilerde açtığı en derin yara, güvenin aşındığı, sadakatin zedelendiği bir zeminin oluşmasıdır. Aldatma oranları, dijital dünyanın sağladığı kolaylıkla birlikte ciddi bir artış göstermiştir. Tanımadığın biriyle saniyeler içinde temas kurmak, geçmişte mümkün olmayan “yasak yakınlıkları” adeta sıradanlaştırmıştır. Flört uygulamaları, mesajlaşma platformları, “DM kutusu” gibi alanlar, sadakatin yerine geçici heyecanların egemenliğini kurmuştur. Bu da birçok yuvanın temelini sarsmış, aile kavramını tehdit eden bir hızla boşanma oranlarını artırmıştır. Özellikle evliliklerde sosyal medya kaynaklı güvensizlikler, mahkemelerde delil olarak sunulacak kadar yaygınlaşmış, dijital izler gerçek hayatta ayrılıkların tanığı olmuştur.
Bununla birlikte, sosyal medyanın toplumsal düzeydeki en çarpıcı yansımalarından biri “linç kültürü”nün olağanlaştırılmasıdır. X gibi platformlarda bir kullanıcının tek bir paylaşımı, saniyeler içinde binlerce kişi tarafından hedef haline getirilmesine yol açabilmekte, dijital linçler bireylerin hem sosyal hayatını hem de psikolojisini yerle bir edebilmektedir. Bu linç kültürü öyle bir noktaya gelmiştir ki, bazen yargı mekanizması bile bu dijital kalabalığın sesine kulak verir hâle gelmiştir. Henüz soruşturma tamamlanmadan, deliller toplanmadan insanlar sosyal medya baskısıyla gözaltına alınmakta, tutuklanmakta ya da mesleklerinden uzaklaştırılmaktadır. Hukukun temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesi, sosyal medya yargısının altında ezilmektedir.
Yargının sosyal medya trendlerine göre hareket etmesi, hukukun bağımsızlığına ve tarafsızlığına duyulan güveni zedelemektedir. Bir yargı mensubunun kararı, milyonların tepkisini çekmemek adına değil, adaletin gerekleri doğrultusunda verilmelidir. Ancak bugün birçok olayda yargının sosyal medyadaki “algıya” göre pozisyon aldığına tanıklık etmekteyiz. Bu da sadece bireysel hakların değil, hukukun kendisinin yozlaşmasına neden olmaktadır.
Sosyal medya bir araçtır; ama bu aracın nasıl kullanıldığı, onu neye dönüştürdüğümüzle ilgilidir. Maalesef biz, bu aracı bireysel gösteriş, toplumsal linç ve ilişkisel tahribat için kullanmaya başladık. Görünür olmak, haklı olmaktan; popüler olmak, doğru olmaktan; takipçi sayısı ise insanlık değerlerinden daha önemli hâle geldi. Oysa insan, dijital ekranlardan ibaret değildir. İnsan ilişkisi, güvenle, saygıyla ve samimiyetle kurulmalıdır. Yargı ise algoritmaların değil, vicdanın ve hukukun sesine kulak vermelidir.
Toplum olarak yeniden düşünmemiz gereken şey, bizi insan yapan değerleri ne uğruna feda ettiğimizdir. Sosyal medya, bir ayna gibi bize kendimizi gösteriyor olabilir. Fakat o aynadaki görüntü, artık tanınmayacak kadar bozulmuşsa, önce aynayı değil, kendimizi sorgulamamız gerekir.